Bir hatıra:
İbrahim Küçükay. Lome'nin yetiştirdiği iyi inşaat ustalarından. Allah rahmet eylesin. Sohbeti en tatlı olan insanlardandı. Bir gün başından geçen şöyle bir olayı anlattı:
“ Düzce'de, bir inşaat şantiyesinde çalışıyordum. Bu bir okul inşaatı idi. O zaman Müteahhit Mehmet Ali Bey de Düzce'de kalıyordu. Eşi, komşu kadınları ile arkadaşlığa başlamıştı. Fakat hepsi sonradan görme olan bu kadınlar, ikide birde kadının bir kusurunu dile getiriyor Onun laz şivesi ile konuşmasını ele alarak ona güya takılıyor, halbuki düpedüz onu aşağılayıp alay ediyorlardı. Kadıncağız bu duruma kırılıyordu tabii. Ama önemsememeye çalışıyordu. Zaman zaman, inşaat halindeki okulun geniş salonunda toplanıyorlar, çay ve sohbet partisi tertip ediyorlardı. Ben o günlerde orada çalışıyor, salonun lamprisini yapıyordum. Sanki ben orada yokmuşum gibi beni dikkate almıyor, şakalaşıyor ve gülüyorlardı. İkide birde Mehmet Ali Bey'in karısına takılıyor , onunla alay ediyorlardı. Kadıncağız bu durumdan çok müzdaripti. Onlarla ilişkiyi kesemiyordu. Çünkü kimi kaymakam eşi, kimi Milli eğitim Müdürünün eşi, kimi de Mal müdürünün eşi idi. Bir gün Yenge:
-Bak İbrahim Usta! Bu kibirli hatunları rezil etmek istiyorum. Ama aklıma bir şey gelmiyor. Acaba böyle yaparsam günah işlemiş olur muyum? diye sordu.
-Benim Babam Ali Küçükay, Lome köyünün imamı idi. Bir vaazında şöyle duymuştum: “ Hadis-i şeriftir. Kibirli davranana kibir ile muamele etmek, sadaka yerine geçer. “ Onuniçin sen, sana karşı kibirli davranana kibirle muamele edersen, sadaka vermiş gibi olursun. . . “ dedim.
-O halde bana yol göster. Onlara ne yapmalıyım ki, burunları kırılsın? Dedi. Ben:
-Sabret! Bir gün Rabbim sana da fırsat verir inşallah! “ dedim.
Gerçekten böyle bir fırsat doğdu. Bir gün Mehmet Ali Bey, köyden taze toplanmış bir sepet dolusu kiraz getirdi. Dolgun ve mor-kırmızı kirazlar. . . Fatma Yenge de bunları bol mıktarda bir tepsiye koyup bayanların önüne koydu. Kiraz gerçekten nefisti. Bir tabakla da bana getirdiler. Ben kirazları tek tek yerken, onlar kirazın cazibesine dayanamayıp avuç avuç ağızlarına doldurup yemeğe başladılar. Sanki biribirilerinden kaçırıyorlardı. Sonra doydular. Doyduktan sonra Kaymakam'ın hanımı, yakasının arkasından bir başlıklı iğne çıkarıp onu kirazlara saplayarak tek tek yemeğe başladı. Diğerleri de öyle yaptılar. Fatma hanım ise, şaşkın şaşkın onlara bakıyordu. Bu sırada Milli Eğitim Müdürü'nün karısı, beni sanki yeni farketmiş gibi bana seslendi:
-İbrahim Usta! Biz kirazı böyle yeriz. Acaba sizin köyde hanımlar nasıl yerler?
İşte şimdi kibirlerini yüzlerine vurmanın tam zamanı idi. Rabbime sığınıp bu fırsatı kaçırmayarak cevabı yapıştırdım:
-Hanımım! Bizde sizin gibi yemezler. Kibarlıktan anlamazlar. Ne de olsa köylü kadınları. Evvela avuç avuç yerler. Doyduktan sonra sizin gibi iğne ile! . . .
Hanımlar, hayretle biribirinin yüzlerine bakmağa başladılar. Hepsi şaşkındı. Onları seyretmiş olduğumu anlamışlardı. Çünkü onların yaptığı kabalığı yüzlerine vurmuştum. Ne diyeceklerini şaşırmışlardı. Fatma hanım ise onların bu haline kahkahalarla gülüyordu. Kaymakamın hanımı:
-Yaman adamsın İbrahim Usta! Haddimizi bildirdin. Doğrusu bunu hak etmiştik! . . .
Bu olaydan sonra Bir daha Fatma Hanımla alay ettiklerini görmedim.