SAVCI ( 1995, YAŞAM VE MESLEK BİYOGRAFİSİ )

             1995 senesinde kaleme aldı. Bu bir mesleki hatırat kitabıdır.  Büyük bir mücadele ile geçmiş mesleki hayatından,  ibretlik olabilecek bazı anılarını anlatmaktadır.  Aslında bu,  yaşanmış olay olduğundan,  olaylarda geçen isimler ve olaylar gerçektir.  Bunların anlatılması yönünden,  bazı insanlara maddi veya manevi zarar verebilme ihtimalleri düşünülerek yayınlamaktan özellikle kaçınmıştır.  Ancak kitap,   o günlerde yaşanan toplum olaylarını,  darbe ile gelen kaos ortamını,  siyasi çalkantıları,  büyük çapta kaçakçılık,  anarşi ve terör olaylarını ,  memurlar ve halk kesiminin maruz kaldığı büyük zulüm ve adaletsizlikleri de dile getirmektedir.  Anlatımda terörün nedeni olan anarşik ve ideolojik provakasyonlar ve emperyalist yönler de dile getirilmektedir.  İleri bir tarihte ortam müsait hale gelirse yayınlanması düşünülmektedir.

            Eserden bazı alıntılar:

            .  .  .  .  .  Göreve başladığımmın henüz haftası olmamış.  Bir sabah,  saat dokuz buçuğa doğru,  makam odasına bir şahıs giriyor.  Orta boylu,  sert kırçıl saçlı.  Saçlarını arkaya taramış.  Esmer,  yağız çehreli.  Sert bakışlı ve kararlı görünümlü biri.  Altmışında vardır herhalde.  Tavırları köylüye benzemiyor.  Çünkü köylü ürkek bakışlı olur.  Bu ise,  kararlı bir bakışla adamın doğrudan gözünün içine bakıyor.  Elimde olmadan,  adamın gelişi ile ayağa kalkıyorum.  Adamla tokalaşmak için elini uzatıyorum.  Tokalaşırken:

            -Bana,  karadayı derler' .  .  .  diyor.

            İçimden:  “  Doğru.  .  Çünkü bu,  belli oluyor.  Çünkü sen hakikatten dayı bir adama benziyorsun “  diyorum.

            -Hoş geldin Karadayı! Buyur! Ne istemiştin?

            Karadayı,  ceketinin iç cebinden,  çok güzel,  süslemeli bir tabanca çıkarıp masamın üzerine bırakıyor.  Fildişi saplı ve tam otomatik İspanyol kırkbeşliği.  .  .  Sarıkundak denen cinse benziyor.  Ama bunun kundakları fildişinden.  .  .

            -Bir cinayet işledim savcı bey.  Bu,  o tabancam.  Teslim oluyorum! .  .  .

            Oldukça korkuyorum tabii.  .  .  .

            .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  

            O sene Adalet Bakanlığı bir türlü yakacak ödeneği göndermiyor.  Tam beş kere yazıp istekte bulunduğum halde.  .  .

            .  .  .  Nihayet kış bastırdı.  Aralık Ayı' nın sonlarına doğru.  Hadim' de kar kalınlığı birbuçuk metre.  .  .  Hava sıcaklığı dışarıda eksi yırmi derece.  İçeride eksi onbeş dereceBurası Torosların eteği.  Hiç burada,  kış aylarında yakıt tasarufuna gidilir mi?

            .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  Hakim Salter Bey:

            -Şerif! Sende laz kafası var! .  Mutlaka bu meseleye bir çözüm bulursun! .  .  .

            -Bulacağım tabii.  Hem de nasıl bulacağıma herkes hayret edecek! .  .  .

            .  .  .  Sağlık  ocağından doktor' u çağırıyorum.

            .  .  .  Az sonra doktor kapıdan giriyor.  Alışkanlıkla paltosunu çıkarıp sobaya yakın koltuğa oturuyor.  Isınmak için ellerini uzatıyor.   Az sonra:

            -E soba yanmıyor?  Ohoooh! .  .  .  Brrrr! Yahu ne oluyor?  Bu soba neden yanmıyor?

            -Doğru.  Çünkü yakıtımız yok! .  .  .

            -Bu şartlarda mesai yapılamaz.

            -Yapılırsa ne olur?

            -İnsan zatürre olur birader! .  .

            -Bunu doktor olarak mı söylüyorsun?

            -Elbette! .  .  .

            -Yani talepte bulunursam,  böyle rapor verirsin,  değil mi?

            -Yaz müzekkereyi.  Rapor vereceğim.  .  .  .

            .  .  .  Müzekkereyi yazıyor ve raporu alıyorum.

            Bakanlığa yazı yazıp raporu da ekliyorum.  .  .

            Bir süre sonunda Bakan bey telefonla beni arıyor:

            -Talep ettiğiniz ödeneği göndertiyorum.  Bir çaresini bulup yakıtı sağlayın! .  .  .

            .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .             .  .  .  .  Sene l979.  Bahar ayları.  Fatsa-Aybastı Korgan üçgeni.  Mahalli sıkıyönetim ilan edilmiş.  Korganın savcıları kaçmışlar.  Korgan' a yetki emrim çıkıyor.

            .  .  .  Korgan' a gitmek için Fatsa' ya gitmek lazım.  Otobüs yazihanesine geliyorum.  Vasıta soruyorum.  Simsar,  tuhaf tuhaf yüzüme bakıyor.  Yabancı olduğumu anlıyor.

            -Sen yabancısın galiba?  Oraya gitmeni tavsiye etmem! .  .  Orada durumlar karışık! .  Can güvenliği yok! .

            -Bakın! Ben Çarşamba Savcısıyım.  O ilçeye yetkim çıktı.  Gitmek zorundayım! .  .  .

            Yazihanede bulunanlar,  acıyarak bana bakıyorlar.  Belki de benim yerimde olmadıkları için Tanrı' ya şükrederek.  .  .  .

            .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  

            .  .  .  .  Korgandayım.  Akşamın geç satleri.  Jandarma' nın lokalinde,  vakit geçirmek için arkadaşlarla anastra oynuyoruz.  Aramızda ikide birde,  kağıtlara dalış yaparken”  Harp olur,  darp olur,  ihtilal olur! .  “  sözlerini dilimize pesenk etmişiz.  Gece saat 03.  00 sıralarında asssubay uyandırıyor:

            -Kalk savcım! İhtilal oldu! .  .  .

            -Birak asssubayım.  Zaten geç yattık.  Biraz uyuyayım.  .  .

            -Yahu ciddi söylüyorum.  .  .  Bak,  işte radyo.  Dinle! .  .  .

            Radyoda dakikada bir kahramanlık şarkıları okunuyor.  .  .  .

            Zaman zaman bildiri yayınlanıyor.  Emre girmeğe çağrılıyoruz.  .  .

            Bir süre sonra Hakimler,  kaymakam ve ben,  görevden alınıyoruz ve bir salonda nezarethane altına alınıyoruz.  Alay komutanının emri ile.  .  .  .

            .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  .  

            Erzincandayım.  Üçüncü Ordu ve Sıkı Yönetim Komutanlığı Emrindeki Sıkıyönetim Mahkemesi emrinde askeri sivil savcı olarak görev vermişler.  .  .

            .  .  .  .  Konu örgütlü silah kaçakçılığı.  Bir gün,  Saim Binbaşı beni Hakim Tuğgeneral M.   K.   ile tanıştırıyor.  Generale:

            -Buyrun sayın paşam! Size nasıl yardımcı olabilirim?

            -Bak genç arkadaşım! Ben üç ay sonra Emekli oluyorum.  Kaçakçılıkla suçlanan önemli iş adamlarından.  .  .  .  .  ları avukat olarak temsil edeceğim.  Onlar,  tarafınızdan haksız olarak tutuklatıldılar.

            -Peki,  benden ne istiyorsunuz?

            -Adamların peşini bırakın! .  .  .

            -Diyelim ki bu talebinizi imkan dahilinde görmüyorum.  Bunun sonucu ne olur?

            -Korkarım,  can güvenliğiniz tehlikeye girer.  .  .  .

            -Sayın Paşam! Siz de bilirsiniz.  Ben bu görevi yaparken zaten can güvenliğim her zaman tehlikededir.  Szin müvekkilleriniz olmazsa başkalarından gelir.  Ama tehlikeler beni görevimi yapmaktan alakoyamaz.  Allah' a can borcum vardır.  Zamanı gelince o alır.  Zamanı gelmemişse,  kimsenin gücü yetmez.  Sizin tarafınızdan böyle bir tehdit almış olmam beni şaşırtıyor.  Bunu sizin durumunuzla bağdaştıramıyorum.  .  .  .

            Aradan üç ay geçiyor.  O general emekli olmuş.  Bahsettiği kişilerin avukatlığını üstlenmiş.  Müvekkilleri hakkında tahliye talep eden dilekçesinde,  benim,  Gazeteci Uğur Mumcu ile işbirşiği yaparak bir senaryo yazdığımı iddia ediyor.  Gerçi o tarihlerde  Uğur Mumcu,  defalarca benimle görüşmek istemişti.  Ben,  gazeteci olduğundan,  hazırlık safhasında soruşturmanın gizliliği prensibi gereğince görüşme teklifini kabul etmemiştim.

            Sonradan bu paşanın,  sanıkları tahliye ettirebileceği vaadı ile henüz görevdeyken,  adamlardan altıyüzbin lira para aldığını belgelendiriyoruz.  Adı geçen General,  “  tervic-i merama muktedir olmadığı halde,  muktedir olduğundan baisle taraflardan menfaat temin etmek”   suçundan gıyabında tarafımdan tutuklatılıyor.